BİR PERİ MASALI: BİLBAO
Bir binanın, bir şehrin kaderini değiştirmesine şahit olduğum yegane şehir Bilbao. Hem de nasıl bir değişim!
1995’de San Sebastian’a giderken geçtiğim Bilbao, gri binaları, kahverengi nehri, burnuma çalınan pas kokusu ile iç kapayıcı, hatta ürkütücü bir şehirdi. Nehir kenarında terk edilmiş rıhtımları ile bir hayalet kasabayı andırıyordu. O sırada birisi bana ‘tekrar gelir misin?’ diye sorsa, cevabım kesinlikle ‘aklımın ucundan bile geçmez’ olurdu. Ancak Bilbao, geçirdiği kentsel dönüşüm sonucu, yıllar sonra heves ve merakla koşarak gittiğim bir destinasyon oldu. Ve çirkin ördek yavrusunun bir kuğuya dönüştüğüne kendi gözlerim ile şahit oldum.
KURBAĞA PRENSE KONDURULAN ÖPÜCÜK: GUGGENHEİM
İspanya’nın kuzeydoğusunda yer alan Bask bölgesinin en büyük şehri olan Bilbao, 1300 yılında Biskay Lordu Diego Lopez de Haro tarafından kurulmuş. Bask denizine dökülen Edna nehri üzerinde kurulmuş şehir, iç liman görevi görerek, nehir üzerinden bölgesinin derinliklerine yapılan taşımacılığın merkezi olmuş. Endüstri devrimi döneminde ise nehir kenarında kurulan iskele ve rıhtımların yakınlarında sanayileşme başlayınca, tozlu ve gri bir endüstri kentine dönüşmüş. Ancak globalleşme ile yavaş yavaş önemini kaybeden şehir, yıllar içinde unutularak, köhne bir ruha bürünmüş.
Şehrin ekonomisinin gittikçe gerilediğinin farkına varan ve haritadan silinmesinden korkan Bilbao yöneticileri, 1980’lerde, Nervion nehrinin kıyısındaki bir binanın iddalı bir sanat müzesine dönüştürülmesine karar vermişler. Büyük ve etkili bir değişimin sinyalini verebilmesi için müzenin hem göze çarpan bir mimariye sahip olması, hem de dünya çapında bir koleksiyon taşıması gerektiğini öngörmüşler. İşte bu yüzden, metal binaları şekillendirmesi ile ünlü, heykeltıraş güdülerine sahip ödüllü mimar Frank Gehry’i tercih etmişler. Frank Gehry, binanın devasa kütlesini yumuşatmak için esnek bir malzeme olan titanyumu seçmiş. Gehry, demir, beton ve cam ağırlıklı binayı eğrisel biçimlerin hakim olduğu parlak titanyum paneller ile kaplamış. Titanyumun yansıtıcı özelliği sayesinde bina, içinde bulunduğu şehir ve hava koşulları ile etkileşime giren, adeta yaşayan bir enstelasyona dönüşmüş. Şehir yetkilileri müze ismi ve koleksiyonu için, Guggenheim ailesi ile anlaşarak, dünyaca ünlü sanatçıların 20. yüzyıl sanat eserlerinin sergilenmesini sağlamış.
Ve Bilbao 1997’de Guggenheim müzesi mucizesi ile uykusundan uyanmış.
Kendisi dev bir heykel gibi olan bu bina, kısa zamanda dünyaca ünlü mimarlar tarafından bir başyapıt olarak kabul görmüş. Ve Guggenheim sayesinde Bilbao’ya, dünyanın her yerinden akın akın ziyaretçi gelmeye başlamış. Modern zamanların bu efsanevi kentsel dönüşüm hikayesi, mimarlık ve ekonomi literatürüne, “Bilbao Effect – Bilbao etkisi” terimini hediye etmiş. Terim bir kentin sosyo-ekonomik kaderinin bir bina ile değişmesini ifade eder. Ve Guggenheim ile yükselişe geçen Bilbao, klasik mimarideki binalar ile çağdaş mimariyi harmanlayarak, şık ve modern bir ruha kavuşup, dünya turizm pazarında önemli bir oyuncu haline gelmiş.
KÜLKEDİSİ GERÇEK Mİ ?
Açıkçası, yıllardır okuduğum, izlediğim ve duyduğum bu efsane hakkında biraz önyargılarım vardı. Ancak Guggenheim resmen beni büyüledi. Kalacağımız Miro Otelini ararken, bir sokağın sonunda ilk kez binayı gördüğümde, dev bir sanat eseri görmüş gibi çarpıldım. Ancak bu büyüklük ezici değil, aksine kıvrımları sayesinde yumuşak ve akışkan, parlaklığı ve altın rengi ışıltısı ile göz kamaştırıcı bir etki bıraktı bende. Sanki dalgaların üzerinde oyun oynamaya davet eder bir havası vardı. Önündeki, Jeff Koons’un rengarenk dev köpek heykeli ise, sanki oyunda bize eşlik etmek için oturmuş bekliyor gibiydi.
Guggenheim’ı iki gün boyunca, günün farklı saatlerinde, hem dışarıdan hem içeriden, hem yakından hem uzaktan doya doya izleme şansımız oldu. Günün farklı saatlerinde gökyüzünün renklerini yansıtan bu bina, özellikle gün batımında büründüğü turuncu ve kızıl renkler ile nefesimizi kesti. Binanın sürekli değişen güneş ışınlarını, gökyüzündeki bulutları, nehrin sularını yansıtması, ona hareket ve dinamizm kazandırmış, sanki yaşayan bir varlık izlenimi veriyor. Bina kendini hava ve doğa ile bütünleştirerek, sanki şehrin değişen ruh halini yansıtan bir ikona dönüşmüş. Değişimin sembolize etmeyi hedefleyen Bilbao yetkilileri, Frank Gehry’nin ustalığı ile hedefi tam onikiden vurmuşlar.
Müzenin dışı kadar içi de etkileyiciydi. Dışarıda kıvrımlar ve kavisler ile yaratılmış dans, içerde de devam ediyor, özellikle müzenin ortasında yer alan yüksek tavanlı atrium hayranlık hissi uyandırıyordu. 10.000 m2 metrekare alanda yer alan, pop art, minimalism, arte povera, conceptual art ve abstract expressionism akımlarına ait önemli eserler ise gerçekten ilham vericiydi. Sonuçta şehir için tamamen yeni bir sayfa açmayı başarmış olan Guggenheim müzesi, bizim için de, duyularımızı ve ruhumuzu doyuran bir deneyim oldu.
Ve tüm önyargılarıma rağmen, çağdaş mimarinin en etkileyici ve cesur örneklerinden birisi olan Guggenheim’ın, kesinlikle kendi başına bir destinasyon olduğuna inandım.
Tabi ki Bilbao sadece Guggheim’dan ibaret değil. Nehir kenarında keyifli yürüyüş ve bisiklet rotaları, şehrin içine yayılmış müzeler, sanat galerileri ve sokak sanatı, dünyaca ünlü Bask mutfağının muhteşem lezzetleri, yanıbaşında yer alan Rioja şaraplarının dolgun ve kadifemsi tadı ile tüm duyulara hitap eden, kültürel ve gastronomik bir çekim merkezi Bilbao.
Bilbao’nun büyüklüğü o kadar ideal ki, içinde kendinizi kaybolmuş hissetmeden, yürüyerek 2-3 günde keşfedebiliyorsunuz . Sadece bir milyon insanın yaşadığı şehir, kalabalık hissi veya trafik keşmekeşi yaşamadan, ferah ferah gezilebilecek tam kıvamında bir haftasonu kaçış rotası. Bilbao etkisi olarak literatüre geçen bu dönüşüm, Bilbao’dan çıkıp tüm Bask bölgesine yayılmış durumda. Rioja’daki etkilerini Rioja rehberinde aktarmaya devam edeceğim.
–
- Bilbao otel, restoran, kafe, bar ve alışveriş rehberi için: www.yolculukterapisi.com/bilbao-rehber
- Nasıl Gidilir?
Lufthansa Hava Yolları ile 201 USD’den başlayan fiyatlar ile İstanbul-Bilbao uçuşları hakkında bilgi almak için: www.lufthansa.com/fly/ucuz_ucuslar-istanbul-bilbao
–
BİLBAO ROTALARI
1.GÜN
Güne Guggenheim Müzesi ziyareti ile başlayabilirsiniz. Lokaller tarafından ‘Googen’ diye adlandırılan müzenin girişinde Jeff Koon’sun bitki ve çiçeklerden yapılmış köpek yavrusu enstalasyonu sizi karşılayacak. Müze ziyareti için 2.5 – 3 saat ayırmakta fayda var. Müzenin sabit koleksiyonda yer alan Jenny Holzer’in LED multimedya enstalasyonu, Georg Baselitz’in resimleri, Juan Luis Moraza’nın Ecstasy, Status, Statue isimli enstelasyonu, Christian Boltanski’nin Humans isimli fotoğraf koleksiyonu, Richard Serra’nın The Matter of Time isimli dev çelik enstelasyonları, Gilbert & George’un Waking fotoğraf tablosu ve de bahçede yer alan Jeff Koons’un Lalleler isimli rengarenk paslanmaz çelik enstelasyonu, müzede beni en etkileyen eserler. Sabit koleksiyonların yanı sıra geçici sergiler de yer alıyor. Biz Egon Schiele’nin harika bir kolkesiyonuna denk geldik.
Guggenheim’dan çıkıp nehir kenarına indiğinizde önce Fujiko Nakaya’nın Fog Sculpture isimli sislerinin arasından, Anish Kapoor’un Tall Tree & The Eye isimli, 15 mt yüksekliğindeki ayna yüzeyli küre topları gözünüze çarpacak. Sağa doğru ilerlediğinizde Louise Bourgeois’in Maman isimli dev örümcek heykelinin altından geçip, Daniel Buren’in La Salve Köprüsü üzerine eklediği dikey kırmızı enstelasyonu göreceksiniz.
Nehir boyunca doğuya doğru ilerlediğinizde mimar Santiago Calatrava’nın ödüllü köprüsü Zubizuri karşınıza çıkacak. Ardından Belle Époque tarzı Belediye Binasının önünden yola devam ederek, Punta del Arenal köprüsünden karşıya geçip 1890 senesinde inşaa edilmiş neo-barok bir mimari harikası olan Teatro Arriaga’ya ulaşacaksınız. Karşısında ise 15. Yy’dan kalma barok kilise San Anton yer alıyor. Artık eski şehir: Casco Viejo’dasınız.
Bilbao’daki en eski bina olan ve bugün İspanya’nın en değerli eserleri arasında gösterilen Santiago Katedrali’ni ziyaret edip, 18. ve 19. Yüzyılda neo-klasik tarzda inşaa edilmiş mükemmel simetri örneği evlerle çevrili olan Plaza Nueva’da, hafif bir öğlen yemeği molası verebilirsiniz. Victor Montes, Cafe Bilbao veya Bar Gure Toki, Bask mutfağının vazgeçilmez bir geleneği olan pintxo isimli tapsas/mezelerinin tadına bakmak için ideal lokasyonlar.
Ardından Avrupa’nın en büyük kapalı yemek pazarlarından birisi olan Mercado de La Ribera’yı ziyaret edebilirsiniz. 1930’da inşaa edilmiş Pazar yeri, yeni bir renovasyon geçirerek, renkli cam ve fayansları neoklasik detayları ile pırıl pırıl bir mekana dönüşmüş. Bilbao’nun lokal ve gerçek ritmini görmek için harika bir uğrak yeri. Geri dönüşte Arenal köprüsünü geçip Gran Via’ya doğru ilerlerken yol üzerinde metro istasyonuna inip Norman Foster’ın futuristik imzasını görmek mümkün. Bilbao metro istasyonlarının girişleri ultra modern görünümlü kavisli cam tünellerden yapılıyor. Şeffaflık, esneklik ve değişimi yansıtan bu tasarımlar, mimarından esinlenerek ‘fosteritos’ ismini almış. Bir içki ve hafif atıştırmalıklar ile yorgunluk atmak, gelen geçeni seyretmek için Cafe Iruna ideal bir adres. 1903’den beri hizmet veren bu mekan, antika fayanslar, rengarenk tavanlar, vitray camlar ile süslenmiş.
2.GÜN
Yine güne sanatla başlamak en ilham verici seçenek. Museo de Bellas Artes, Güzel Sanatlar müzesi 12yy’dan günümüze, ağırlıklı olarak Bask, İspanyol ve Flemenk, ve az sayıda da olsa dünyca ünlü sanatçıların, 8000’den fazla eserini sunuyor. Kalıcı koleksiyonun yanı sıra gezici sergilere de ev sahipliği yapıyor. Biz orada iken Botero’nun eserlerini görme şansımız oldu. Müzenin websitesinden geçici sergiler takip edilebilir. Müze ziyaretinden sonra, yemyeşil Dona Casilda Parkı’ndan geçerek, Euskalduna Kongre ve Müzik Sarayı’nın etkileyici mimarisini görmek mümkün.
Ardından istikamet şehrin ünlü alışveriş caddesi Gran Via. Birçok uluslararası markaya ve de lokal tasarımcı mağazalarını bulacağınız caddede saatler geçirmek mümkün. Gran Via’yi kesen Diputacion caddesi üzerinde yer alan La Vina del Ensanche, El Globo ve de La Olla, pintxos’ları ünlü en iyi öğlen adresleri.
Yemek sonrası istikamet Bilbao’nun yeni kültür merkezi Alhóndiga. Plaza Moyua’yu kesen Alameda Recalde caddesi üzerindeki Plaza Arriquibar meydanında yer alan 6,000m2lik bu endüstriyel bina, 1909’da şarap ve likör deposu olarak inşa edilmiş, ancak bina1980’de terk edilmiş. Philippe Starck tarafından dış cephesi orjinal mimarisinde bırakılarak, modern bir iç mimari ile kültür merkezi olarak hayata döndürülmüş. Binanın içine girince tekrar bir bina ile kaşılaşıyorsunuz. 43 adet farklı stil, akım, renk ve desenden oluşan sütunu taşıyıcı olarak kullanan tuğla duvarlı iç bina, sergi alanları, kütüphane, spor merkezi, sinema, mağaza, restoran ve bara ev sahipliği yapıyor. Hem Philippe Starck’ın ‘yoksulluğun zarafeti’ olarak tanımladığı bu mimari dönüşümü, hem birbirinden güzel 43 sutünu, hem içeride yer alan çağdaş sanat sergisini görmek, hem de Yandiola Restoran’nın terasında şehir manzarasına nazır şarap içmek için Alhóndiga’ya gitmeye değer.
Hala vaktiniz ve haliniz var ise bir bisiklet kiralayıp, Euskalduna Sarayından Punta del Ayuntamiento köprüsüne uzanan bir yolculuk yaparak, nehir boyunca yer alan heykel ve enstelasyonlar ile sokak sanatına tanık olabilirsiniz. Şehrin kenarından akan nehir hala kahverengi olsa da, nehir kıyısı ağaçlar ile yemyeşil, çiçekler ile cıvıl cıvıl ve de pırıl pırıl yolları ile içaçıcı bir rota. Bu rotada karşılaşacağınız sanatçılar ve eserleri ise sırası ile şunlar : Vincente Larrea / Dodecathlos, Salvador Dalí /Muse of the Dance, Jose Zugasti / Drifting, Angel Garraza / Sites & Places, Ulrich Rückriem/ İsimsiz, William Tucker/ Maia, Markus Lüpertz/ Judith, Eduardo Chillida/ Meeting Place IV, Jedd Novatt/ Chaos, Anish Kapoor / Tall Tree & The Eye, Yves Klein / Fire Fountain, Fujiko Nakaya / Fog Sculpture, Louise Bourgeois / Maman, Daniel Buren / Red Arc, Enrique Barrós/ Muse, Joaquín Lucarini / Reading. Geri dönerken çağdaş mimarinin en güzel örneklerinden birisi olan Cesar Pelli imzalı gökdelen Torre İberdrola’yı incelemeyi unutmayın. Normalde hiçbir gökdelen beni etkilemez, ancak bu sırf cam kaplı oval binanın yumuşaklığı ve zarafeti gerçekten çok etkileyici.
NE ZAMAN GİDİLİR?
Tüm yıl boyunca ziyaret edilebilecek Bilbao, Mayıs-Ekim arası daha sıcak. Ağustos’ta Aste Nagusia festivali yer alıyor. Pazartesi günleri şehirdeki tüm müzeler kapalı.
MÜZE VE SANAT GALERİLERİ
Çağdaş Sanat Müzesi: Guggenheim Bilbao, Abandoibarra Et.2
Güzel Sanatlar Müzesi: Museo de Bellas Artes, Museo Plaza, 2
Deniz Müzesi: MUSEO MARITIMO, Muelle Ramón de la Sota 1
Çağdaş Sanat Müzesi: Benedicto Museum, Iparraguirre 55
Çağdaş Sanat Alanı: Bilbao Arte, Urazurrutia Kalea, 32
Çağdaş Sanat Alanı: Sala Rekalde, Alameda Rekalde 30
Sanat Galerisi: Vanguardia, Alameda de Mazzaredo 19
Sanat Galerisi: Juan Manuel Lumbreras, Henao, 3
Sanat Galerisi: Michel Mejuto, Juan de Ajuriaguerra 18
Sanat Galerisi: Carreras Múgica, Henao Street 10
Fotoğraf Galerisi: PhotoGallery, Juan de Ajuriaguerra 20
Sanat Galerisi: Windsord Kulturgintza, Juan de Ajuriaguerra 12
Sanat Galerisi: Espacio Marzana, Espacio Marzana
Sanat Galerisi: Kalao, Heros 18
Sanat Galerisi: Espacio Abisal, Calle Hernani, 14
Sanat Galerisi: SC Gallery, Calle Cortes 4
Aritza, Marquez del Puerto 14
Bay Salan, Licenciado Poza 14
Bozetto, Enrique Eguren 2
EuroGALERİA Llamas, Ipparaguirre 4
Ederti, Alameda Recalde 37
Rembrandt, Juan de Ajuriaguerra 20
MİMARİ HARİKALAR
Arata Isozaki – İkiz Kuleler
Rafael Moneo & Alvaro Giza – Deusto Üniversitesi Kütüphanesi
Ricardo Legoretta – Melia Otel
Zaha Hadid – Zorra Zaurre mahallesi dönüşümü
Richard Rogers – Garellano evleri
ACXT Architects – Bilbao Arena
Eduardo Arroyo – Sondika Okulu ve M-U Evleri
Philippe Starck – Alhondiga
Frank Gehry – Guggenheim
Norman Foster – Metro girişleri ve istasyonları
Cesar Pelli – Torre İberdrola
Santiago Calatrava – Zubizuri Köprüsü & Bilbao Havalimanı
BİLBAO YAKINLARINDA GİDİLECEK YERLER
- Getxo, Metro ile 20 dakika uzaklıkta yer alan bu sahil kasabası eski limanı, UNESCO kültür mirası köprüsü, leziz deniz mahsülleri lokantaları ile harika bir sayfiye destinasyonu. Özellike Karola Etxea ve El Puerto Zabala keyifli ve lezzetli restoranlar.
- Mundaka, Bilbao’ya 40 dakika uzaklıkta yer alan bu şirin balıkçı kasabası, sahil havası almak isteyenler için yakın başka bir alternatif
- Guernika,Bilbao’nun 30 km doğusunda yer alan, Picasso’nun “Guernica” eserine ilham vermiş Guernika kasabası, Palemento Binası ve Bask halkı için kutsal sayılan meşe ağacı ile ünlü. Guernika’da iken şef restoranı Zallo Barri’de gurme bir peynir tadımı yapabilirsiniz. Ya da Bodegas Itsasmendi ve Restaurant Remenetxe’de gurme Bask mutfağı ile en iyi Rioja şaraplarını eşleştirip harika bir öğle yemeği yiyebilirsiniz.
- Bilbao’ya yarım saat uzaklıkta Burgos kasabası, harika pazarları, bağları ve şarap evleri ile yarımgünlük bir gezi için harika bir rota (Bodegas Portia: Norman Foster tasarımlı şarap evi, Fabula: şef Izabel Alvarez’in yaratıcı gurme lezzetleri, Blue Gallery Cafe: modern ama çok hoş bir kafe, Tabula Gastro Bar: modern bir tapas bar, Casa Ojeda: geleneksel bir tapas bar. Konaklamak isteyenler ise NH Palacio de la Merced oteli tercih edebilir)
- San Sebastian / Bilbao’ya 100km uzaklıktaki gurme cenneti sahil kasabası hakkında detaylı bilgiler
- Rioja: Bilbao’ya 120km uzaklıktaki şarap cenneti Rioja hakkında detaylı bilgiler için
- Biarritz: Bilbao’ya 116km uzaklıktaki Avrupa’nın dalga sörf başkenti Biarritz hakkında detaylı bilgiler için
Zeynep Atılgan Boneval
Pingback: Yolculuk Terapisi | Yolculuk Terapisi
Pingback: Yolculuk Terapisi | Yolculuk Terapisi
Pingback: Yolculuk Terapisi | Yolculuk Terapisi